SEVGİLİ dostlar, geçenlerde sosyal medya kanalıyla bir yazı ulaştı bana… Taha Akyol kaleme almış… Yazının başlığı bir dönemler milletvekilliği de yapmış olan Yahudi asıllı iş insanı “ Jak Kamhi İtiraflarıdır!” başlığını taşıyordu.
Dikkatli bir şekilde okudum, notlarımı aldım ve bir bakıma “itirafname” mahiyetindeki işbu tarihi belgeyi arşivime kaldırdım. Merak edenler için Taha Akyol’un yazısı “http//www.hurriyet.tr/yazarlar/taha-akyol” elektronik adresinde tetkiklerini beklemektedir…
Jak Kamhi, bizim açımızdan dudakları uçuklatacak, milletin beyninin kazılıp kazılıp şuur altına dikta ettirilmiş olan birçok ezberlerini bozup, beynimizi alt-üst edecek birçok açıklamalarda bulunuyordu… Hakikaten her bir cümlesi tarihi mahiyette bir itiraf hükmündeydi. Yazının tamamını, hatta 88 yıllık hayatı kitap olan Jak Kamhi’nin hatıratını bizzat kendi kaleminden okuyup tarihin hafıza kayıtlarına inmenizi teşvik için birkaç cümlesini sizinle paylaşayım. Jak Kamhi, birçok kişinin gizli Yahudi olduğunu ifade ettikten sonra şöyle diyordu “… Cumhuriyetin ilanının hemen ardından Selanik’ten Türk diye hep Sebataycı Yahudileri getirdik. Yeni göçmüş olmalarına rağmen onları bir anda ülkenin en zenginleri, toprak zenginleri, işverenleri, sanatkarları, ünlüleri yaptık…” Yeni devletin oluşumuna yönelik bizler daha işin başında kendi irademizle bir şeyler yaptığımızı zannederken Jak Kamhi’nin şu ifadeleri hiç olmazsa bugün ayılmamızı zorunlu kılacak bir mahiyet taşıyordu… “… Biz kurtuluş savaşı falan kazanmadık. İngiltere’ye de karşı durmadık. BU BİR PLANIN PARÇASIYDI…” Jak Kamhi ip uçları vermeye şöyle devam ediyordu “… İngiltere’de hakim Yahudiler ile de anlaştık... İngilizler bu nedenle savaşmadan geri çekildiler…”
EN VAHİMİ!
En vahimi Kamhi, bir milletin ruh kökünü yok etmeye yönelik gözler önünde işlenen cinayetlere şu itiraflarıyla ışık tutuyordu… “Planlarımızı büyük bir gizlilik ve başarı ile uyguladık. Ne kadar hayatta kalıp Türk ve Müslüman fikir adamı ve beyin takımı varsa onları da sudan bahanelerle astık. …İstiklal mahkemelerinin hakimlerinin de çoğu gizli Yahudi idi. ÖNCE ASIP SONRA YARGILADILAR. İnkilaplar çok önceden belirlediğimiz bir planın parçalarıydı… Zaten 1943’te Varlık Vergisi’nin çıkarılmasını da biz planladık. Yahudilerin çoğunu ilan edilecek İsrail’e kovaladık. Biz büyük işler başardık…” diyordu Jak Kamhi…
Doğrudur kendi açılarından çok büyük işler başarmışlardı. Tevhid’in aydınlığını egemenlik olarak Viyana’ya kadar taşıyan, yol gösterme ve öğüt demetleri sunmak mahiyetinde aynı aydınlığı Paris’e, Manş Denizinin sahillerine kadar ulaştıran bir milleti, bir medeniyeti, bir devleti ve alperenler harekatını; tarihin derinliklerinden taa Haçlı Seferlerinden bu yana Avrupa’dan söküp atmak isteyen organizasyon ve birlikteliğin gayretleri sonuç vermiş ve bu hususta Hristiyan- Yahudi İşbirliği’nin en güzel örneği sergilenmişti.
BU İŞLER SIRAYLA!
Her zaman söylerim; günlerin sahibi Rabbimdir… O, dilediği gibi günleri döndürür… Bugün sana ise, bilesin ki; yarın bana veya bir başkasına dönecektir günün güleç yüzü… Gün döner, devran döner, keser döner, sap döner.. Bu hep böyle gelmiş böyle gider… Kendi davasıyla bütünleşmiş asırlarca O’nun bayraktarlığını yapmış, İ’la-i Kelimetullah rumuzuyla O’nun davasını hep ÖTELERE TAŞIMIŞ bir milleti Rabbim daha fazla mahzun edip düşmanlarını sevindirecek değildi.
“Yeterartıksözmilletindir” haykırışı ile birlikte gün güleç yüzünü O’nun davasını hep ÖTELERE götürmeyi kendine şiar edinenlere yavaş-yavaş göstermeye başlamış, minareler coşmuş, Muhammedî sedalar semalarda yankılanmaya başlamıştı.
ALLAH RAHMET EYLESİN
“Yeter artık söz milletindir” diyenler gün yüzünün aydınlığı altında, milleti özüne döndürme, onu değerleriyle bütünleştirme gayretleriyle icraata başlamış ve ilk olarak “ Allah’dan ve Ahlak’dan” söz etmeyi yasaklayan uygulamayı fiilen terk ve tekzib ile işe başlayarak, dini bütün Türk Ruh köküne bağlı, tarih şuuru ile mücehhez, milli ve manevi değerleri ile gurur duyan, bilgili, başı dik , alnı açık, vicdanı hür bir nesil yetiştirmek gayesiyle 1951’de Konya ve İstanbul dahil olmak üzere, devrin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri 7 ilde İmam-Hatip okulu açar. Fakat, bu hiç de kolay olmaz. Zira vaktiyle milletin geleceğine yönelik planlar yapıp bihayli yol aldıktan sonra, milletin sert iradesine çarpan gizli organize ve birliktelikler bu durumdan çok rahatsız olmuşlardır. Merhum Bakan, hep bunun endişesi içerisinde onların saldırısını beklemişti.
Durumun ciddiyetini anlatmak için Merhum İleri aynen şöyle demişti. “ Bu okulları doğmadan boğmak istiyorlar, mevcutları kapatmam için bana, Türkiye’nin bütçesi kadar RÜŞVET teklif ediyorlar.” Hem de bir kere değil birkaç kere bunu söylemişti rahmetli. Kısacası İmam-Hatip okullarının her şeye rağmen artarak açılmış olması milletin makus talihinin adeta kırılma noktası olarak tarihe geçmiş oluyordu. Mevcutların kapatılması için iş başındaki Milli Eğitim Bakanına Türkiye bütçesi kadar rüşvet teklif etmiş olmanın başka bir izahı olamaz.
Ortaya koymuş olduğu sağlam irade ve iman dolu icraatıyla milletin aslına dünüşüne ivme kazandıran Ahmet Tevfik İleri 31 Aralık 1961’de Hak’kın rahmetine kavuşmuştu. Ölüm yıldönümünde gelin birer fatiha ile analım onu. Mağfiret ve rahmet taleplerimizden bir demet dua ile Türkiye bütçesi kadar bir rüşvet teklifini reddederek, kökü dışarda olan büyük plan ve organizasyonlar karşısında eğilmeyen, gözü kara, dik duruşuyla, imanıyla bütünleşen abide şahsiyetiyle, milletinin hayrına olan kararları vermede, işleri sonuçlandırmada tereddüt etmeyen, Ahmet Tevfik İleri’yi rahmetle minnetle yaad edelim. Kabri nur ile dolsun, mekanı cennet olsun.
PEKİ NİÇİN MAZİYE DALDIM!
Şimdi diyeceksiniz ki, durup dururken hocam ne diye maziye daldın? Kimse kusura bakmasın bugün dünün uzantısıdır, yarın da bugünün… Geçmişi bilmeden, tahlil etmeden, mazide meydana gelmiş olayların sebep saik ve sonuçlarını incelemeden ne bugünü anlayıp değerlendirmek ne de geleceğe yönelik hedef belirleyip plan yapmak mümkün değildir.
Öyleyse gelin birlikte geçmişi bugüne bağlayalım ve geleceğin değerlendirmesini yaparak umutlarımızı birbirimizle paylaşalım. Öncelikle hemen ifade edelim ki, şu anda Türkiye’nin başında bir zamanlar kapatılması için devrin Milli Eğitim Bakanı’na, Türkiye’nin bütçesi kadar rüşvet teklif edilmiş olan İmam-Hatip okullarından mezun bir Cumhurbaşkanı bulunmaktadır.
Elbette ki bu durumdan ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın icraatından, “ yeter artık söz milletindir” şahlanışına kadar, Türkiye’deki bütün değişim ve gidişata tam hakim olduğu Jak Kamhi’nin itiraflarından anlaşılan Londra kaynaklı, Yahudi patentli organizasyon ve birliktelikler bugün de memnun değildirler… Hatta çok üzgün ve çaresizlik içindedirler…
Nitekim Osmanlı’nın Viyana kuşatmasından bu yana varlığına açıkça şahit olduğumuz, adına da “ YediDüvel” dediğimiz bu organizasyon ve birliktelik bugün kendini güncellemiş ve karşımıza ABD, AB ve Siyonizmin her türlü versiyonlarını içinde barındıran İsrail- Yahudi ittifakı olarak çıkmakta. Üstelik “Millet” adını kullanan bizim yerli işbirlikçileri ile birlikte, onları da yanlarına alarak…
İçeridekilerin de, dışarıdakilerin de hepsinin derdi bir… O’da Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurun Reisi olarak, millet adına, milleti temsilen o makamda bulunması… Yalnız bunlar arasından aykırı bir ses çıktı… Fransız L’Opinion gazetesi yazarı Jean Dominique Merchet, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’dan övgü ile bahsedip, Türkiye’nin Libya ve Kafkaslarda “Oyun Değiştirici” bir rol icra ettiğini yazmış. Sağ olsun, yalnız bakmamış, baktığını görmüş… Tabir caizse okuduğunu anlamış.
Yazarın ne dediğine, dediklerinin değerlendirilmesine haftaya değineceğim. Şimdilik bu kadar.